Sinema Çıkışı bu taraftan.

15 Ağustos 2008 Cuma

Conte d'été


Aka: A Summer's Tale; Living Four Seasons

Eric Rohmer isimli 1920 dogumlu bir yonetmenin 1996 da cektigi bir film. Hem de "genclik filmi", yani 76 yasinda bir yonetmenin yirmili yaslarda ask caprazlamalarini anlattigi bir film. Yonetmen Godard ile Hitchcock ile calismis, fransiz yeni dalga sinemasinin uretken cinarlarindan.

Hop oturtup hop kaldiran, iki saatte cok sey yasatan filmlerden degil. Genelde nabiz sabit filmi izlerken (sevisme sahneleri yok anlasildigi uzere), ağlama durumlari da yok. Ama mizah derinden, gulumsetiyo film. Yani belki de filmi ceken dedemizin saglikli buldugu mesafe bu, gencleri anlatirken. Ben bir turkiye genci olarak film bizi anlatiyo diyemiyorum, ama gonlum boyle hikaleri anliyo, aklim da hisssediyo, fransiz olmaya gerek yok yani. Filmde o yok bu yok dedik, sadelik var; sahane bir butunluk var. Bir hikayenin cok iyi bir anlaticidan anlatildigi gibi, filmde konusunu oyle bir sadelik icinden isliyor ki, filmin temasi yavas yavas orulup derinlesiyor, insanin icine isliyor. Benim aklimda yer edecek bu film, konusunu anlatirkenki sadeligi ve izlerken kafamdaki diger tum dusunceleri supurmesi ile. Filmi izlerken, iyi bir hikayecinin dertlerimden beni uzaklastirmasi gibi, tasalarimdan baska mevzuular uzerine cabucak yogunlasinca ayrica bir mutlu oldum.

Filmin bir konusu var, ne oldugunu hissediyorum ama simdi yazamiyorum. Okuyan meraklansin simdi diye yazmiyorum sanilmasin, mevzuu hakkinda dusunmeye devam edecegim. Filmdeki oglan kimdi nasildi naapti niye yapti falan; hala dusunmekteyim. O zaman soyle soyleyeyim, filmin belki dalli budakli bir konusu var, ask, dostluk, gokte ararken yerde bulma, hayat bir tesaduftur, ask dedigin ne ki, erkerler kadinlar, gibi temalar. Ama cok guzel ve bir ton yakalayan akici bir hikayesi var. Acaba diyorum, ben de su yazin kalan gunlerinde bir tatile ciksam filmdeki oglan gibi yanliz basima, boyle olaylara yasar miyim?

Bu filmi bazi arkadaslarimin kesinlikle izlemesini istiyorum. Ozellikle etrafinda cok kiz bulunan ama kendi planlari arasinda istedigi kizla tanismak icin hala zaman yaratamamis olan arkadaslarimin izlemesini...

To be continued: Bu yonetmen acaba baska ne cesit kadin erkek tiplemeleri cizmistir acaba? ve acaba genc yaslarin flort trafiginden, orta yaslari anlatmaya nasil gecmistir?

14 Ağustos 2008 Perşembe

Dünaynın Merkezine Yolculuk


Simdi durup durup da uzerine onca film izledigim bu film hakkinda yazmayi secmemin bir sebebi var; mumkun oldugunca filmin kendisinden bagimsiz ama alakali seyler yazabilmek. Zaten filme 3-D diye gitmistim, baska mazeret aramaya calisirken, biraz yanliz hissetmek yetti boyle bi filme 17 ytl vermeme. Filmin uc boyutlu gosterimi de her salonda yapilmiyomus, ilk istinye parka gidince ogrendim oyle oldugunu. Haliyele son dakikada yetisip istinye parkta amacsiz zaman gecirmekten hem de salonda reklam izlemekten yirtmakti niyetim; son dakikada nefes nefese bilet gisesine geldigimde ogrendim. Bir izlemis kadar oldum, yani bir şans verdim filme ama şansini kacirdi. Neyse, sonunda bi bucuk saat sonra Kanyon daki sinema salonunda (cinebounus mu ne) izledim filmi. İstinye Parka giderken yaptigim hesaplarin hepsinin icine ettigini hatirliyorum, o yuzden belki filmin super olmasini beklemek hakkimdi, neyse o da olmadi. Konusunu gectim, uyarlamanin basarisini gectim, heyecan yaratacak 3-D effektlerinin (bu sozcugun turkcesini bulmak lazim bu blog icin) oldugu sahneler uc bile olmadi. Yani bu 3-d denen olayin kendisi biraz yalan, eger simdiki halinin uzerine bi gelisme olmazsa. Tabaka tabaka ayri saydam perdelerden izliyomusum hissine kapildim filmi. Mesela arkada bir dekor, adam [Brendan Fraser (filmdeki basrol oyuncusu, Trevor)] o dekorun onunde, onun de onunde alt yazilar var. Bu siralamayla bakilirsa filmde kesin bir uc boyut var, ben daha fazlasini bekledim biraz hayal kirikligina ugradim benden soylemesi. Tamam bazi sahnelerde patlayan, catlayan, sicrayan nesneler netlikleri olmasa da gosun icine giriyorlarmis hissi yaratsalarda, bunlarin disinda film 3-d effekt olmadan da izlenirdi ve sahnelerden hic bi kayip da olmazdi.

Birkac not daha sinema salonu hakkinda: filme girerken verilen 3-d gozlukler sizde kalmiyor, o yuzden 17 ytlnin icinde gozlukler de var en azindan diye sevinmeyin. Film arasinda "ya insanlar karanlikta gunes gozlugu takmis" espirisine hazir olun. Herkes 3-d nasil bir sey merakiyla geldigi icin biraz abartili tepkiler geliyo salondan, ama bilin ki onlar da sizinle ayni seyleri goruyorlar. Sinemanin baska yerlerinde oturunca acaba baska mi gornuyodur perde sorusu su an benim icin de muamma.

Film izlemek, filmin izlendigi mekani da solumak degil midir biraz da. Ya da cogu filmi onun bizi soktugu havadan cok, kendi sinkafimizla(nedir bu) izlemez miyiz. İste o yuzden yazdim bu filmi. Sinemada konusan insanlara hep kizdim, ama gerekcelerini aciklamamislardi, yine olsa yine kizarim. Ama film bitince gurultumu burada yaparim, anlayan anlar.
bi de aparma bi image ekleyeyim post'uma.

10 Ağustos 2008 Pazar

Fargo

Coen kardeslerin bahsini Ugur Vardan yazilarindan okumuslugum bilmisligim var. Hatta bu filmin bu film oldugunu bilemedigim yaslarimda izlemisim Fargo filmini. Filmde kadini kaciran iki ortaktan biri digerini bir evin bahcesinde karlar ustunde bicerken, ortama usulca yaklasan hamile polis kalp atislarimi tavan yaptirmisti ilk izledigimde. Filmi daha once izledigim filmin son sahnelerinden birinde farkettim yani.
Filmin akisinin birbirine dokunan minik hikayelerle, ama tamamen "hayat" dedigimiz seyin seyrinin bu temaslarla ozel olarak sekillenmedigi cok samimi bir film. Filmde orulen hikaye tum diger yasamlarda degisimlere yol aciyor, ama hangi deneyim buna yol acmaz ki. Hem ayni olay, olaya eklemlenenlerin yasamlarinda kendi yasamlarindan bir kesit gibi cikiyor karsimiza. Su testisi su yolunda kiriliyor buyukbaba rolunde, ve her gangesterin akibeti ayni olabilirdi islenen suctan bagimsiz. En cok da karni burnunda polis sefinin maceradan evine donupde kocasini oksayisi "hayat" denen seye dokunuyormus gibi geldi bana.
Yani suc agini cozenin kahraman oldugu, suclunun kurbanlarinin eski yasamlarina dondugu ve suclularinda cezalarini cektigi klasik (amerikan?) filmlerden farki bu Coen kardeslerin cektigi filmin. Tekrar tarif etmeye calisayim, ordugumuz hayatlar birbirine dokunuyor, ama kendi gercekligi icinde. Boyle olmasi ortaklasmanin imkansizligina isaret etmiyor, ama beraber bir tini ortaya koyan yasamlar daha butunluklu bir buyuk hikaye yaratacaksa sanirim bu kimsenin patentinde yazilmayacak bir basari olacakk.